Korkunun Bedeli Mutlaka Bir Gün Ödenir
Korkunun Bedeli Mutlaka Bir Gün Ödenir
Korkunun Bedeli Mutlaka Bir gün Ödenir. Yıl 1987. Gecenin karanlığında, rüzgarın uğuldayan sesi kasvetli bir melodi gibi tüm köyü sarıyordu. Yıllardır kimsenin ayak basmadığı eski, terkedilmiş bir ev vardı. Köy halkı, bu evden bahsederken hep fısıldayarak konuşurdu. Zira evin geçmişi, korku dolu hikayelerle örülüydü. Yıllar önce, bir geceyarısı bu evde yaşayan bir aile gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuştu. O günden sonra ne evin içinden ne de bahçesinden gelen ürpertici sesler dinmişti.
Ev, kapkara duvarları ve devrilen bacasıyla ürkütücü bir manzara sunuyordu. Bahçesindeki çürümüş ağaçlar, kurumuş otlar ve yıkılmış çitler, kimsenin buraya ayak basmak istemediğini gösteriyordu. Fakat bu gece, meraklı bir grup genç, eski efsanelere aldırış etmeyerek eve girmeye karar verdi.
Bedri, Nevin, Şükran ve Adalet, evin önünde durup ürkütücü yapıya gözlerini diktiler. “Hadi, korkmayın. Bunlar sadece eski masallar,” diye seslendi Bedri, arkadaşlarına cesaret vermeye çalışarak. Ama Nevin’in elleri titriyordu. “Belki de girmemeliyiz,” diye fısıldadı, ama kimse onu dinlemedi. İçeride bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu. Kalbinin derinliklerinde bir ürperti, geçmişin sırlarının bu eski duvarların arkasında hala canlı olduğunu söylüyordu.
Kapı, gıcırdayarak açıldı ve içeriden gelen soğuk hava, gençlerin yüzlerine vurdu. Bedri, cebinden küçük bir el feneri çıkarıp önlerini aydınlattı. İçeri adım attıklarında, tahta zeminlerin her adımlarında gıcırdadığını duydular. Ev, terk edilmiş gibi görünse de, gençler, bir şekilde sanki gözleniyorlarmış gibi hissediyordu.
Evin koridorları dar, karanlık ve labirent gibiydi. Her bir kapı, içine girmeye cesaret edemeyecekleri bir karanlığa açılıyordu. Adalet, “Bu yer gerçekten ürkütücü,” diye fısıldadı. Fakat Bedri, cesur görünmeye çalışarak, “Bu kadar korkmayın, burası sadece eski bir ev,” dedi.
Koridorun sonundaki büyük kapıyı açtıklarında, karşılarında eski bir kitaplık buldular. Şükran, kitaplardan birinin raflardan dışarıya doğru sarkık olduğunu fark etti. Eliyle hafifçe çekince kitaplık, ağır bir şekilde ileri doğru kayarak arkasında gizli bir geçit ortaya çıkardı.
Geçitten çıkan soğuk hava dalgası, onları içeriye doğru çekti. Bedri, “Bu da ne?” diye şaşkınlıkla sordu, ama geçitin içine doğru yürümeye başladı. Diğerleri de onu takip etti. Geçit, aşağıya doğru inen dar bir merdivene açılıyordu. Merdivenlerin sonunda karanlık bir oda vardı.
Odaya girdiklerinde, duvarları garip sembollerle kaplı buldular. Odadaki tek eşya, odanın ortasında duran eski bir sandıktı. Ahmet, heyecanla sandığa doğru ilerledi ve kapağını açtı. Sandığın içinde eski bir günlük vardı. Günlük, kaybolan ailenin reisi tarafından yazılmıştı.
Günlükte, aile babası, evin altındaki geçitte gizli bir ritüel gerçekleştirdiklerini ve bu ritüelin sonsuz bir laneti serbest bıraktığını yazıyordu. Lanet, korku ve karanlıkla beslendiğinden, onu beslemenin tek yolunun insanların korkularıyla yüzleşmelerini sağlamak olduğu yazıyordu. Son sayfada, “Korkunun bedeli, mutlaka bir gün ödenir,” yazıyordu.
O anda, evin duvarları titremeye başladı. Sanki tüm yapı, bu lanetin gücü altında inliyordu. Gençler, bir an bile düşünmeden kaçmaya çalıştılar. Ancak geçitten geri dönmek istediklerinde geçit kapanmıştı. Ev, onları içine hapseden bir tuzağa dönüşmüştü.
Şükran, “Buradan çıkmalıyız!” diye çığlık attı, ama kapılar bir bir kapanıyor, odalar karanlıkla doluyordu. Bedri, “Bu imkansız, nasıl çıkacağız?” diye paniğe kapıldı. Rüzgar, duvarlardan yükselen fısıltılarla doldu. “Korkunun bedeli… Korkunun bedeli…” sesleri, gençlerin kulaklarında yankılandı.
Odanın köşelerinden karanlık figürler belirmeye başladı. Bu figürler, gençlerin en derin korkularının vücut bulmuş haliydi. Adalet, gözlerinde büyüyen karanlık bir figürün kendisine doğru ilerlediğini gördü. Figür, Adalet’in çocukken yaşadığı en büyük korkuyu canlandırıyordu. Çocukluğunda yaşadığı bir kazada gördüğü bir varlık, şimdi karşısında gerçek bir tehdit olarak duruyordu.
Nevin, gözleri karanlık bir varlığın içine bakarken, çocukluğundan beri korktuğu karabasanın şimdi gerçek olduğunu hissetti. Şükran, yerde sürünen bir yılanın gölgesini gördü ve yılanın gözleri, çocukluğunda gördüğü bir kâbusun ürpertici detaylarını taşıyordu.
Karanlık figürler gençleri bir bir köşeye sıkıştırırken, Bedri, sandıkta bulduğu günlüğü sıkıca kavradı. Günlükte yazan son cümleler aklında yankılanıyordu: “Korkunun bedeli, mutlaka bir gün ödenir.” Bu sözler, Bedri’nin içine derin bir korku ve çaresizlik yerleştirdi. Fakat aynı zamanda, korkularıyla yüzleşmesi gerektiğini anladı. Bedri, bir adım öne çıktı ve titreyen sesiyle, “Bize ne yaparsanız yapın, biz buradan çıkacağız!” diye bağırdı.
Figürler bir an duraksadı. Bedri’nin cesareti, korkunun pençesine düşmeden önce son bir umut kıvılcımı gibi parladı. Fakat figürler geri çekilmedi. Bedri’in korkusuzluğu, yalnızca onların daha da güçlenmesine neden oldu.
Figürler, gençlerin üzerine doğru ilerlerken, odadaki ışıklar birer birer sönmeye başladı. Bedri, diğerlerine sarılarak onları korumaya çalıştı, ama karanlık çoktan onları yutmuştu. Sonunda, evin içindeki çığlıklar kesildi ve her şey sessizliğe gömüldü.
Ertesi sabah, köy halkı, gençlerin kaybolduğunu öğrendi. Eski evin çevresinde aramalar yapıldı, fakat onlardan hiçbir iz bulunamadı. Ev, bir kez daha karanlığın içinde sessizliğe gömüldü. Fakat bir şey değişmişti. Ev, bir kez daha köy halkına korkunun bedelini hatırlatmıştı. Çünkü o evde, korkunun bedeli her zaman bir gün ödenirdi.
Köylüler, o günden sonra evi tamamen unutmaya karar verdiler. Hiç kimse o evin adını bir daha anmadı. Ama ev, her gece rüzgarın uğuldayan sesleriyle birlikte karanlıkta bekledi. Çünkü korkunun bedeli mutlaka bir gün ödenirdi ve o gün, her zaman beklenmedik bir anda gelirdi.
Diğer Cinler Bölümü İçin TIKLAYINIZ