Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 16 °C
Az Bulutlu

Başlangıcından 1923’e kadar Ana Hatlarıyla Türk Tarihi

28.12.2018
1.193
A+
A-
Başlangıcından 1923’e kadar Ana Hatlarıyla Türk Tarihi

Başlangıcından 1923’e kadar Ana Hatlarıyla Türk Tarihi

Göktürk Hakanı Kül Tegin heykeli Ulanbatur- Moğolistan

Türkler, tarih boyunca farklı coğrafyalarda; yani Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında büyük-küçük birçok devlet kurdular.

Bu nedenle değişik kültürlerle karşılaştılar, onlardan etkilendiler ve bu kültürleri de etkilediler.

Çin kaynaklarına göre Türkler’in tarih sahnesine ilk çıktıkları yer, en eski kalıntılara rastlanan Köğmen Dağları’dır.

Köğmen Dağları’nın kuzey eteklerinde Yenisey ırmağındaki Tagar adasında kalıntıları bulunan ve M.Ö. 7. yüzyılda başlayan Tagar adındaki kültür eski Türkler’e atfedilir.

Tagar Kültürü ise Karasuk Kültürü denilen ve M.Ö. 2. bine kadar giden, aynı kıyılarda gelişmiş eski bir kültürden kaynaklanıyor.

Asya’da Türk siyasi tarihinin Hunlar ile başladığı kabul ediliyor. M.Ö. 3. yüzyılda tarih sahnesine çıkan Hun Devleti, kurucusu Mete Han’ın yönetiminde güçlü bir devlet haline gelmiş, Çin’le olan ilişkileri sonucu gerek dünya görüşü gerekse ekonomisi köklü değişikliklere uğramıştı.

Belli bir stratejisi olan Mete, önce Moğolları, sonra da Yüeçileri yenerek, Çin’in Batı kapıları ile ticaret yollarını kontrol altına almış ve böylece önemli bir ekonomik güç elde etmişti. Bu genişleme siyaseti, buğday ve erzak ambarı olan Doğu Türkistan’ın da Hunlar’ın eline geçmesiyle sonuçlandı.

Asya Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra bu devletin idari tecrübesinden yararlanan Türk kavimlerinin oluşturduğu Göktürk adında yeni bir devlet ortaya çıktı. Göktürk Devleti (552-740), Türkler’in kurdukları ikinci büyük devlettir.

Bu devlette Hunlar’ın aksine kentleşmeye önem verilmiş, tarım reformu ve tohum ıslahı gerçekleştirilmiş, “bilgelik” birinci plana çıkmıştı. Bilge Kağan ve Kül Tegin, Türk devlet adamlığının en bilge ve en kahraman kişileri olarak tarihte yer aldılar.

Onlar, yanlız savaşçılık ve alplık ile devletin yönetilemeyeceğini, kağanlığın aynı zamanda bilgeliği de gerektirdiğini savunuyorlardı.

56a9d30ac03c0e2ba87570e3

Bu nedenle olsa gerek, her iki hakan ile yine Göktürk hakanlarından olan Tonyokuk, icraatlarını birer yazıt ile ebedileştirdiler. “Orhun Yazıtları” adı verilen bu yazıtlar Türk dilinin yazılı ilk metinleridir.

Bir yandan Çinliler’le mücadeleler, öte yandan Göktürk Devleti içinde yaşayan Dokuz Oğuzlar, Karluklar ve Basmıllar gibi Türk kavimleri, Göktürk Devleti’nin yıkılmasına neden olurken, Orhun ve Selenge vadilerinin yerli kavimleri olan Uygur Türkleri üçüncü büyük Türk Devleti’ni kurdular.

Ticarete önem veren Uygur Devleti (741-840), Göktürkler’in gelenek ve törelerini devam ettirdi. Resmi dini olan Mani’liğin etkisiyle ticaret gelişti, kurulan Mani dini tapınakları zamanla pazar tapınakları haline geldi.

Kültür ve ticaret bakımından gelişen Uygurlar’ın savaşçılık yönleri giderek zayıfladı. Kuzeybatılarında yaşayan Kırgız Türkleri’nin Uygur başkentine düzenledikleri baskın sonucu Uygurlar dağıldı.

Batı Türkleri. Hunlar’dan Batı’ya göç eden bir grup, önce Karadeniz’in kuzeyinde Tuna nehrine kadar olan bölgede yerleşti. Kafkasya üzerinden İran ve Anadolu’ya akınlarda bulunan Hunlar, ardından Doğu ve Batı Roma üzerine yürüdüler.

428 yılında Franklar’la mücadele ettiler ve iki yıl sonra bugünkü Hollanda ve Danimarka’ya kadar ulaştılar.

Avrupa’da kurulan ilk Türk devleti olarak bilinen ve kendilerine Avrupa Hunları denilen Batı Hunları, Attila önderliğinde Ren nehri kıyılarından Volga nehrine kadar uzanan çok geniş topraklarda büyük bir devlet haline geldiler.

Doğu uygarlığının Batı’ya taşınmasında rol oynayan bu devlet, Attila döneminde İtalya’ya, Balkanlar’a ve Galya’ya seferler düzenledi. Batı Hun Devleti, Attila’nın ölümünden kısa bir süre sonra dağıldı (470).

Avrupa’da Hun İmparatorluğu’nun dağılması sırasında, İç Asya’da yeni bir kavimler göçü başlamıştı. Karadeniz’in kuzeyi yeni bir Türk göçüne uğradı.

İlk gelenler Sabirler, Sarogurlar ve Onogurlar’dı. Kafkasya’nın kuzeyine yerleşen bu Ogur kavimleri, Makedonya ve Tesalya’ya kadar Bizans topraklarına akınlar yaptılar. Ogur kavimlerinden başka bu bölgeye Bulgar Türkleri’nin de geldiği biliniyor.

Bizans kaynaklarında ilk kez 482 yılında “Bulgar” adından söz edilir. Nitekim Avarlar, egemenlikleri altındaki Bulgar Türkleri ile birlikte 7. yüzyıl başlarında Bizans Devleti’nin başkentini kuşatmışlardır.

552 yılında Göktürk Devleti’nin kurulması üzerine İç Asya’daki yurtlarından Batı’ya doğru kaçan Avarlar, Avrupa tarihinde önemli bir yere sahip oldular.

Önce Kafkasya ve Karadeniz’in kuzeyine geldiler, Bizans’la anlaşarak onlar adına Sabirler ve Onogurlar gibi Türk kavimlerini yendiler.

Bir Slav kabilesi olan Ant’ların ülkesi üzerinden Tuna nehri kenarına kadar ilerlediler. Zaman zaman bütün Balkanlar’a, hatta Yunanistan’da Peloponez’e kadar akınlar yaptılar.

Bulgar Türkleri ile birlikte 626 yılında İstanbul’u kuşattılar.

Ünlü hükümdarları Bayan Han zamanında Avar İmparatorluğu’nun sınırları Dnyeper nehrinden Elbe Irmağı’na, Kuzey Denizi’nden Adriyatik’e kadar uzandı.
Avar İmparatorluğu, 776-803 yıllarında Bulgar Türkleri hükümdarı Kurum Han’ın ve Büyük Şarl’ın aynı zamana rastlayan hücumları sonucu yıkıldı.
Bugün Macaristan ve Orta Avrupa’da yapılan kazılar ve araştırmalar, Avarlar’ın iyi bir devlet ve ordu teşkilatına sahip olduğunu ve yüksek bir uygarlık düzeyine ulaştığını ortaya koyuyor.
Avrupa’nın doğusunda Sabir Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemlerde Hazarlar adıyla yeni bir Türk devleti ortaya çıktı.
Batı Göktürkleri’nin devamı sayılan Hazarlar, onların askeri ve mülki teşkilatı üzerine yerleşmişlerdi.
Üç yüz yıldan fazla hüküm süren bu devlet; Arap, Süryani ve Bizans kaynaklarında “Türk” adını taşır. Hazarlar, İran ile Bizans arasındaki mücadelede Bizans’ın müttefiki olarak hareket ettiler.
8. yüzyıl başlarında Azerbaycan’ı istila eden Araplar’ın Hazar topraklarına da saldırdıkları ve merkezleri olan Belencer’i (Dağıstan’da) işgal ettikleri görülüyor.
Halifelikle Hazarlar arasındaki mücadele 25 yıl kadar sürdü.
Hazar orduları 762’den itibaren yeniden Kafkasya’nın güneyine inerek bütün Azerbaycan ve Ermenistan’ı almış, Hazar kumandanı Ras Tarhan Gürcistan’a kadar ilerlemişti.
Hazarlar bundan sonra diğer Türk kavimleri ve özellikle de Rus tehdidi altına girdiler, Peçenekler’le yaptıkları uzun mücadeleler sonucu 10. yüzyıl sonlarına doğru dağıldılar.
Doğu ve Güneydoğu Avrupa’da ve Balkanlar’da yaşayan diğer bir Türk kavmi ise Peçenekler’dir. Oğuz boylarından olup, 8. ve 10. yüzyıllarda, önceleri Balkaş gölü civarında bulunan Peçenekler, Göktürk-Uygur mücadelesi sırasında yerlerini terkederek Aral gölü civarına geldiler.
Buradan daha Batı’ya hareket ederek, Hazarlar ile mücadele ettiler, Kuman ovalarına girip Don ve Dnyeper nehirleri arasındaki Macarlar’ı Batı’ya sürdüler.
Hazarlar ile olan mücadelelerinde Rus knezlerine yardım ederek bu devletin kurulmasında rol oynadılar. 10. yüzyılda Don nehrinden Tuna’ya kadar olan sahada egemen olan Peçenekler, 11. yüzyıl ortalarından itibaren Bizans topraklarına akınlar yaptılar.
Ancak 1091 yılında Aşağı Meriç boyunda Kuman-Bizans birleşik kuvvetleri tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldılar.
Bundan sonra siyasi bir varlık gösteremeyen dağınık Peçenek gruplarından bir kısmı imparatorluk arazisinde iskan edildi.
Balkanlar’da ve Macaristan’da kalanlar ise oralarda yerleşti ve yerli halkla kaynaşarak eridi.
İslami Dönem Türk Tarihi. Uygur Devleti’nin yıkılmasından sonra yerine Karluk, Çiğil ve Argul gibi Türk boylarına dayanan Karahanlı Devleti kuruldu (840). Karahanlılar devri Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası sayılır.

turkiye cumhuriyeti nin kurulus mesalesi

Çünkü Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han zamanında İslamiyet resmi din olarak kabul edildi. Karahanlılar, Orta Asya’da kurulan ilk Müslüman Türk devleti olmaları nedeniyle, Türk-İslam kültür ve uygarlığı denilen tarihi gelişmenin temellerini attılar.

İlk yönetim merkezi Kaşgar ve kuzeydeki ikinci merkezi de Balasagun olan Karahanlı Devleti, 1042 yılında Doğu ve Batı Karahanlı olmak üzere iki kardeş arasında bölüşüldü.
Bunlardan Doğu Karahanlı Devleti 1211 yılına kadar yaşadı ve daha sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin yönetimine girdi.

Genellikle adil, dindar ve kültürsever hükümdarlar tarafından yönetilen Karahanlı Devleti zamanında İslami Türk edebiyatı gelişti, Kaşgar ve Balasagun birer kültür merkezi haline geldi.

Karahanlılar’ın hüküm sürdüğü dönemlerde başkenti Afganistan’daki Gazne şehri olan ikinci bir Türk devleti daha bulunmaktaydı. Gazneli Devleti’nin (969-1187) en güçlü dönemi ilk kez “Sultan” ünvanını kullanan Gazneli Mahmud zamanı oldu.

Hindistan üzerine birçok sefer düzenleyen Gazneli Mahmud, buraları Türk yönetimine alarak islamlaştırdı ve böylece bugünkü Pakistan Devleti’nin temellerini atmış oldu.

Gazneli Mahmud’dan sonra gelen hükümdarlar bu parlak dönemi devam ettiremedi. Selçuklularla yaptıkları Dandanakan Savaşı (1040) sonrasında Hindistan’a çekilmek zorunda kalan Gazneliler, sonunda Selçuklu egemenliği altına girdiler.

Oğuzların Kınık boyuna mensup Selçuk Bey tarafından kurulan Selçuklu Devleti (1040-1157) bir diğer büyük Türk devletidir. Devletin sınırları Marmara Denizi’nden, Orta Asya’da Balkaş Gölü’ne; Kafkaslar, Hazar Denizi ve Aral gölünden, Hindistan sınırları ve Yemen’e kadar uzanmaktaydı.

Bu nedenle bu devlete Büyük Selçuklu Devleti adı verildi. Selçuklu devletinin kurulduğu sırada Karahanlılar ve Gazneliler gibi iki güçlü Türk devleti daha bulunuyordu.

Selçuklular bu iki Türk devletiyle üstünlük mücadelesine girdiler ve Türk birliğini kurmayı başardılar. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Abbasi Hilafet Merkezi Bağdat’a girerek Şii Büveyhi Devleti’ne son verdi. Bunun üzerine halife tarafından kendisine “Dünya Hükümdarı” ünvanı verildi.

Onun yerine geçen Sultan Alparslan zamanında ülkenin sınırları daha fazla genişledi. Bu dönemin en önemli olayı ise Bizans İmparatorluğu ile yapılanmücadeleydi.

Anadolu sınırlarına gelen Sultan Alparslan, Bizans İmparatoruRomanos Diogenes’i 1071 yılında Malazgirt’te ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu zaferle Türkler’in Anadolu’da yerleşmeleri kesinlikkazandı.

Selçuklu lar’ın büyük hükümdarlarından Sultan Melikşah zamanında ise Selçuklu tarihinin askeri, siyasi, ilmi ve edebi alanda en parlak dönemi yaşandı. Ülkenin her yerinde medreseler açıldı. Bunlardan en önemlisi Nizamülmülk tarafından yaptırılan ve Batı üniversitelerinin mimarisine temel olan Nizamiye Medreseleri’dir.

Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra ülke küçük devletlere ayrıldı. Suriye Selçukluları (1092-1117), Irak ve Horasan Selçukluları (1092 – 1194), Kirman Selçukluları (1092 – 1187) ve Anadolu Selçukluları (1092 – 1194) bunlardan bazılarıdır.

Yıkılma sürecindeki devletin Anadolu toprakları üzerinde, ayrıca birçok beylik ve atabeylikler kuruldu. Bu beylikler sahip oldukları topraklara getirdikleri Türk nüfusuyla ve yaptıkları mimari eserlerle Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol oynadılar.

Anadolu topraklarında daha sonra kurulan Anadolu Selçuklu Devleti’nin güçlenmesinde bu beyliklerin önemli etkisi oldu.

Büyük Selçukluların toprakları üzerinde ayrıca Sultan Melikşah’ın saray hizmetinde bulunan Anuş-tegin’in oğlu Muhammed Harzemşah tarafından, ilim ve siyaset alanında önemli atılımlar gerçekleştiren Harzemşahlar Devleti (1097-1231) kuruldu.

Büyük Selçuklu Devleti’nin yerine kurulan en önemli devlet şüphesiz Anadolu Selçuklu Devleti’dir. 1078’de İznik şehrini merkez üs yaparak Anadolu’yu Türkler’e kazandırmaya çalışan Kutalmışoğlu Süleyman Şah, kısa sürede egemenliğini Anadolu’nun tamamına yaymayı başardı. 
Oğlu I. Kılıç Arslan zamanında Haçlı seferleri başladı, İznik Haçlılar’ın eline geçti ve Bizans’a devredildi. I. Kılıç Arslan bunun üzerine Konya’yı başkent yaparak saldırganlara karşı yıpratma savaşı başlattı. 
Fakat Suriye’ye yönelen Haçlıları durduramadı. Yerine geçen oğlu Sultan I. Mesud zamanında Anadolu birliğini yeniden kurma çalışmaları devam etti. 
I. Mesud Konya’ya yönelen Bizans ordularını püskürttü, Haçlı ordusunu Ceyhan yakınlarında yenilgiye uğrattı. 
Kendisinden sonra tahta geçen oğlu II. Kılıç Arslan, Bizans’ın Türkler aleyhine entrikalarını etkisiz bırakacak ve İmparator Manuel Komnenos komutasındaki Bizans ordusunu Denizli yakınlarındaki Myriokephalon’da bozguna uğratacaktı (1176). 
Bu zaferle Bizans’ın Anadolu’daki etkisi tamamen ortadan kalktı. Bundan sonra ülkede ticaret gelişti, imar faaliyetleri hızlandı. Yollar üzerinde kervansaraylar, Sinop ve Akdeniz’de tersaneler kuruldu, medreseler açıldı ve bilimde önemli gelişmeler kaydedildi. 
Sultan I. Alaeddin Keykubad zamanında ise Türk tarihinin en parlak dönemlerinden biri yaşandı. Ancak bu hükümdarın zehirlenerek öldürülmesi ülkede karışıklıkların çıkmasına neden oldu. 
Dini-siyasi Babailer isyanını Moğol istilası izledi ve 1243’te Moğollarla yapılan Kösedağ savaşı sonrasında Anadolu Moğollar tarafından işgal edildi. 
13. yüzyılın sonlarına doğru Moğol egemenliğinin zayıflamasıyla birlikte, Selçuklu döneminde uçlarda ve sınırlarda yerleştirilmiş olan Türkmenler, Anadolu topraklarında irili ufaklı bir çok beylik kurdular. 
Karaman, Germiyan, Eşref, Hamid, Menteşe, Candar, Pervane, Sahib Ata, Karesi, Saruhan, Aydın, İnanç ve Osmanoğulları bu dönemde Anadolu’da kurulmuş olan Türkmen beylikleriydiler. “Beylikler Dönemi” olarak adlandırılan bu dönemde Anadolu tamamıyla bir Türk yurdu haline geldi ve geniş ölçüde Moğol tahribatına uğramış olan ülkede yeni bir refah dönemi başladı. 
Nitekim, Osmanlı Devleti bu sağlam temeller üzerinde kuruldu.
Mısır’da Eyyubi hükümdarı Es-Salih Necmeddin’in ölümünden sonra, ordu başkumandanı İzzeddin Aybeg sultan ilan edildi ve böylece Türk Kölemen (Memlük) Devleti kuruldu (1250-1382). Memlük Devleti Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir. 
Zira Aybeg’in sultanlığı döneminde 7. Haçlı Seferi, Mansure Zaferi kazanılarak etkisiz bırakıldı. Seyfeddin Kotuz zamanında Mısır’ı işgal etmek isteyen Moğol-Ermeni-Haçlı müttefikleri ağır bir yenilgiye uğratılarak Moğollar Suriye’ye sokulmadı. 
Ondan sonra gelen hükümdarlar döneminde Suriye’deki Haçlı egemenliği sona erecek, Anadolu’da Kayseri’ye kadar olan sahalar Memlük Sultanlığı idaresine alınacaktı. 
Bu devlet zamanında ayrıca doğu-batı ticareti gelişti. Memlük sultanları müslümanlığa yaptıkları hizmetlerden dolayı “Hadımü’l-Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkarı) ünvanını kazandılar ve İslam dünyasında haklı bir şöhret sahibi oldular. Memlük Devleti Osmanlılar tarafından tarihten silindi.
14. yüzyılın en önemli devletlerinden biri ise Timurlular Devleti’dir (1370-1507). Timurlular Devleti, Çağatay hanlıklarından birinin başında bey olan Timur tarafından kuruldu. 
Devletin sınırları Volga nehrinden Ganj nehrine, Tanrı dağlarından İzmir ve Şam’a kadar uzanıyordu. Sert bir mizaca sahip olan Timur, seferleriyle büyük yıkım yaptı. 
Otuz beş yıl gibi kısa bir sürede imparatorluk haline gelen devlet, onun ölümünden sonra kurulduğu gibi süratle parçalandı; torunlarından Muhammed Semerkand’da, diğer torunu Pir Muhammed ile İskender İran’da, oğlu Miranşah Bağdat ve Azerbaycan’da ve küçük oğlu Şahruh da Horasan’da devlet kurdu. 
Bunlardan devletin sınırlarını genişleterek birlik sağlamaya çalışan Şahruh zamanında parlak bir kültür hayatı başladı. 
Oğlu Uluğ Bey ise tanınmış bir astronom olarak tahta çıktı. 
Timurlular’dan sadece Hüseyin Baykara Horasan’da tutunabildi, başkent Herat Türk tarihinin sayılı kültür merkezlerinden biri haline geldi. Türk şairi ve devlet adamı Ali Şir Nevai burada yetişti. Baykara’dan sonra Herat, Özbekler’in eline geçecek ve Timurlular ortadan kalkacaktı.
Timurlular Devleti kurulduğu sıralarda, Erbil-Nahçıvan arasında yurt tutan Karakoyunlu Türkmen grubu merkezi Tebriz olan bir devlet oluşturdu. 
Oğuzlar’ın Yıva, Yazır, Döğer, Avşar boylarından oluşan bu devlete Karakoyunlu Devleti (1380-1469) denildi. 
Karakoyunlular Timur’la mücadele ettiler. Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, Timur’un baskısı karşısında Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt’a sığınmak zorunda kaldı. 
Bu durum Timur’la Osmanlılar’ın arasını açtı ve Ankara Savaşı’nın (1402) nedenlerinden sayıldı. 
turkiye cumhuriyeti
Ankara Savaşı’ndan sonra yeniden toparlanan Kara Yusuf, 1406’dan sonra eski devletini yeniden kuracak ve Mardin, Erzincan, Bağdat, Azerbaycan, Tebriz, Kazvin ve Sultaniye’yi alacaktı. 
Kara Yusuf’un ölümünden sonra ülkede karışıklıklar çıktı. 
Cihan-şah devleti yeniden birleştirmeyi başardıysa da Akkoyunlu Uzun Hasan’a karşı Mardin’de yenilgiye uğradı ve ülke Akkoyunlular’ın egemenliğine girdi.
Diyarbakır bölgesinde yurt tutan Türkmen boylarına dayanan Akkoyunlu Devleti (1350-1502), Tur Ali Bey’in liderliğinde bir birlik olarak ortaya çıkmıştı. 
Bu dönemde Kuzey’de Trabzon Rum İmparatorluğu ile mücadele eden devletin asıl kurucusu ise Kara Yülük Osman Bey olarak bilinir. Akkoyunlu Devleti’nin en güçlü dönemi Uzun Hasan devridir. 
Onun zamanında devletin sınırları Hazar Denizi’nden Suriye’ye, Azerbaycan’dan Bağdat’a kadar uzandı. 
Bu nedenle Uzun Hasan kendini Türk birliğini kuracak kişi olarak görmüş ve Timur’a benzetmiş, Osmanlı Devleti ile Mısır Sultanlığı’nı ortadan kaldırma planları yapmıştı. 
Bu amaçla ateşli silahlar temin etmek için Avrupa devletleri ile siyasi ilişkiler kurmuştu. 
Fakat Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet ile yaptığı Otlukbeli Savaşı’nı kaybetmesi (1473) Uzun Hasan için ağır bir darbe oldu. 
Bu yenilgi Akkoyunlu Devleti’nin yıkılmasına ve dini bir heyecanla Ustaçlı, Rumlu, Musullu, Tekeli, Bayburtlu, Karadağlı, Dulkadırlı, Karamanlı, Varsak ve Avşar gibi Türkmenleri yanına alan Şah İsmail’in Safevi Devleti’ni (1501-1736) kurmasına yardımcı oldu. 
Şah İsmail’in İranda Türk siyasi birliğini kurduğu dönemlerde, Hindistan yarımadasının büyük bir kısmı Türk idaresi altında birleştirilmiş, Anadolu’nun hemen hemen tamamını hakimiyeti altına alan Osmanlı Devleti doğu ve batı sınırlarını genişletmeye başlamıştı.
İran’da siyasi birliği kuran Şah İsmail, katı bir şiilik heyecanıyla, ülkenin sınırlarını genişletti, ancak Anadolu’daki faaliyetleri ve Anadolu’yu kendi topraklarına katma düşüncesi, Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim’in tepkisini çekti. 
Nitekim, Çaldıran’da (1514) yapılan savaşta Şah İsmail büyük bir yenilgiye uğradı. Yerine geçen başta Şah Tahmasp olmak üzere bütün Safevi hükümdarları Osmanlılar ile mücadele ettiler. 
Fakat yapılan hemen her savaşı da kaybettiler. Hanedandan III. Abbas’dan sonra iktidarı Avşar boyuna mensup Nadir Şah ele geçirdi ve Safeviler dönemi sona erdi.
Safeviler devri tarihte önemli bir yere sahip oldu. Şah İsmail ve diğer hanedan mensupları sanatsever olarak tanındı. 
Bu dönemde İran’da edebiyat, mimari ve çinicilik, çömlekçilik, dokumacılık gibi el sanatları gelişti, bilhassa ciltçilik süslemesi ile hat sanatında büyük ilerlemeler oldu.
Timur hanedanından olan ve Türkçe yazdığı “Vekayi Babürname” eseriyle ün salan Zahirüddin Babür, Hindistan’a giderek Türk-Hint (Babür) İmparatorluğu’nu (1526-1858) kurdu. 
Onun ölümünden sonra hükümdar olan oğulları Humayun ve Ekber zamanlarında devlet daha da gelişti ve Hindistan yarımadasının büyük bir kısmı tek idare altında birleştirildi. 
Şah-cihan adıyla hükümdar olan Hürrem devrinde,siyaset ve sanat alanlarında en parlak devir yaşandı. Agra’da dünyanın en güzel mimari eseri sayılan ünlü Tac Mahal inşa edildi. 
Osmanlı Devleti’nden de eserin inşası için mimarlar gönderildi. 
Osmanlı Devleti ile kurulan bu iyi münasebetler, yerine geçen oğlu I. Alemgir zamanında da devam etti. 
Hint sularında ve Basra Körfezi’nde Portekizliler ile mücadele eden Osmanlılar’ın Basra valilerine sığınma hakkı tanındı. 
I. Alemgir’in ölümünden sonra başlayan iç karışıklıklar II. Bahadır Şah zamanına kadar sürdü. 
1857’de çıkan bir isyanı bastıran İngilizler, Hindistan’ı İngiltere’ye bağladılar ve Kraliçe Viktoria Hindistan İmparatoriçesi ilan edildi.
Osmanlı Devleti (1299-1923). Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamasından sonra Anadolu’da çeşitli Türk boylarına mensup çok sayıda beylik ortaya çıkmıştı. 
Bu beyliklerden biri de, Söğüt-Yenişehir-Bilecik bölgesinde Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensup Osmanlı Beyliği idi. Osmanlı Beyliği kısa sürede Anadolu’daki beylikleri birleştirerek Türk birliğini kurmayı başardı. 
Komşuları Bizans Devleti ile de mücadele eden Osmanlılar, bu nedenle önce Rumeli’ye geçtiler, Sultan II. Mehmet döneminde (1451-1481) İstanbul’u alarak (1453) Bizans İmparatorluğu’nun varlığını ve Ortaçağ’ı sona erdirdiler. 
“Fatih” ünvanını alan Sultan II. Mehmet’le birlikte Osmanlı devleti 16. yüzyılın sonlarına dek sürecek hızlı bir gelişme dönemine girdi.
Batıda Sırplar, Bulgarlar, Macarlar, Venedikliler, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İngiltere, Papalık, İspanyollar, zaman zaman Fransa ve Rusya ile; Doğu ve Güney’de ise her biri birer Türk devleti olan Akkoyunlular, Timurlular, Memlükler, Safeviler ve Karamanoğulları devletleriyle mücadele edildi. 
Yavuz Sultan Selim zamanında (1512-1520) Mısır fethedildi ve “Halifelik” Abbasiler’den Osmanlı hanedanına geçti. 
Kanuni Sultan Süleyman zamanında (1520-1566), gelişmiş bir devlet teşkilatına, güçlü bir orduya ve maliyeye sahip olan devletin sınırları kuzeyde Kırım’dan güneyde Yemen ve Sudan’a, doğuda İran içlerinden ve Hazar Denizi’nden, kuzeybatıda Viyana ve güneybatıda İspanya’ya kadar uzanmıştı.
Ancak 16. yüzyıldan itibaren Rönesans ve coğrafi keşiflerle gelişen Avrupa’ya karşı ekonomik ve askeri üstünlüğünü kaybeden Osmanlı İmparatorluğu yeni gelişmelere ayak uyduramadı ve bu yüzyıldan itibaren dengeler Avrupa devletleri lehine gelişti. 
19. yüzyılda başlayan milliyetçilik akımları ve Rusya ile bazı Avrupa devletlerinin Balkanlar’daki Hıristiyanları örgütleyerek ayaklandırmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altındaki topraklarda bağımsız devletler oluşmasına neden oldu.
Fatih Sultan Mehmet
Yavuz Sultan Selim
Uğranılan yenilgiler sonucu imparatorluğun çökmeye yüz tutması, yöneticileri çağdaşlaşma yönünde adımlar atmaya zorladı. İmparatorluk 19. yüzyıl boyunca sürekli reform çabalarına sahne oldu.
Sultan II. Abdülhamid’in saltanat dönemine (1876-1909) rastlayan I. Meşrutiyet’in (1876) en belirgin özelliği, Türkiye’ye ilk defa Batı modelinde bir anayasa kazandırmasıydı. “Jön Türkler” adlı bir grup aydın tarafından hazırlanarak Abdülhamid’e kabul ettirilen bu anayasa ile Osmanlı devleti meşruti yönetime geçmişti. 
Ancak 1877-78 Osmanlı-Rus savaşını bahane eden Abdülhamid, 1877’de Meclis’i kapatarak Meşrutiyet’e son verdi. 
Jön Türkler’in muhalefet örgütü olarak etkinlik göstermeye başlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908’de önce padişahı Meşrutiyet’i yeniden ilan etmek zorunda bıraktı, sonra da iktidarı ele geçirdi. 
Fakat Abdülhamid’den sonra başlayan serbestleşme de uzun sürmedi. İtalyanlar’la yapılan Trablusgarp Savaşı (1911-1912) ve hemen ertesinde patlak veren Balkan Savaşları (1912-1913) yeni yönetimi kısa sürede güçten düşürecek ve II.
Meşrutiyet’le başlayan özgürlük ortamının tek parti diktatörlüğüne dönüşmesine yol açacaktı. 
Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-1918) Almanlar’ın yanında yer alan Osmanlı Devleti’nin toprakları, mihver ülkelerin yenilmesi üzerine; 1918 yılında imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından İngiltere, Fransa, Rusya ve Yunanistan’ın işgaline uğradı. 
Ülke topraklarının işgale uğraması ve İstanbul Hükümeti’nin çaresiz kalması, Anadolu ve Trakya’daki Türk halkı için direnişten başka seçenek bırakmamıştı. Yunan işgali, küçük savunma cephelerinin kurulmasını, bölgesel direniş örgütlerinin oluşmasını hızlandırdı.
Osmanlı İmparatorluğu, Ortaçağ ve Yeniçağ boyunca devrinin en hoşgörülü yönetimini sağlayan bir devlet hüviyeti taşımaktaydı. 
Gerçekten de altıyüz yıl boyunca yönetiminde bulunan farklı din, dil ve ırktan insanları birarada tutabildi, din ve vicdan özgürlüğü sağlayarak, bünyesindeki ulusların kültür ve dillerinin korunmasına imkan verdi. 
Ayrıca kendisinden önceki bütün Türk devletlerinin kültür, bilim, sanat ve devlet yönetimi birikimine sahip olarak uygarlık tarihine önemli katkılarda bulundu. 
Kendisine has mimarisi, taş ve ahşap oymacılığı, çinicilik, süsleme, minyatür, hat sanatı, ciltçilik gibi sanat alanlarında nadide eserler meydana getirdi. Hepsinin üstünde dünya siyasetinde yüzyıllarca etkili oldu
Topkapı Sarayı, Hünkar Sofası (XVI. yüzyıl), İstanbul
Ulusal Kurtuluş Savaşı (1919-1923). Ulusal Kurtuluş Savaşı, ömrünü tamamlamış bir imparatorluğun yıkıntılarından çağdaş bir devletin ortaya çıkarılması çabasıdır. 
Bu çabanın dört yıl sürmesi ise emperyalist devletlerin bu yıkıntılardan kendi siyasal amaç ve çıkarlarına uygun yeni bir tertibe hayatiyet vermek istemelerindendi.
Türk direniş çabalarının tam bir bağımsızlık savaşına dönüşmesi, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a ayak basması ile başladı ve çok zor koşullarda, dünyanın büyük devletleri tarafından desteklenen ordulara karşı başarıya ulaştı.
Osmanlı ordusuna 11 Ocak 1905’te yüzbaşı rütbesiyle katılan Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı’nda askeri yeteneğini hemen hemen bütün cephelerde kanıtlamıştı. 
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Yıldırım Orduları’nın kaldırılması üzerine İstanbul’a dönmüştü. 
İstanbul Hükümeti’nin baskısı altında işgalci güçlere karşı siyasi açıdan bir sonuç elde edilemeyeceğini anlayan Mustafa Kemal Anadolu’ya geçerek mücadeleyi oradan sürdürmeye karar verdi. 
Ulusal direnişi örgütlemek için Anadolu’daki mevcut tüm birliklerle ve direniş örgütleri ile ilişkiye geçti. 
22 Haziran 1919’da Amasya’da yayınladığı genelge ile ulusal hareket için ilk çağrısını yaptı, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile bu savaşımı örgütleyerek resmi bir konum kazandırdı. 
Sivas Kongresi’nde son şeklini alan Misak-ı Milli programına göre Türkler’in oturduğu yerler hiçbir biçimde parçalanamayacak, ülkenin siyasal, adli ve mali gelişmesini önleyecek kapitülasyon niteliğinde sınırlamalar kesinlikle kabul edilmeyecekti.
Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri’nin 16 Mart’ta İstanbul’u resmen işgal ederek Meclis-i Mebusan’ı kapatmaları üzerine, Osmanlı Devleti’nin altıyüz yıllık hayat ve hakimiyetine son verildiğini, Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanacağını ve o tarihten itibaren milleti temsil etme yetkisinin yalnızca bu meclise ait olacağını açıkladı. 
Nitekim vatanın kurtarılması, yönetilmesi ve tam bağımsızlığa kavuşturulmasını üstlenen Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 23 Nisan 1920’de olağanüstü yetkilerle çalışmalarına başladı ve Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçildi.
Mustafa Kemal Atatürk Sivas Kongresi sırasında Kongre Üyeleriyle
Ankara ve İstanbul arasındaki son bağlar 12 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nın imzalanmasıyla kopmuştu. 
Anlaşma Türkler için son derece ağır koşullar içermekteydi. 
Antlaşmaya göre Türkler, Anadolu’nun küçük bir parçasına egemen olabilecekler ve yabancı ülkelerin mali ve askeri denetimi altında bulunacaklardı.
Sevr Anlaşması’na dayanılarak Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması için başlatılan çabalar, bu bölgedeki ordu komutanı Kazım Karabekir’in kuvvetlerince etkisiz duruma getirildi. 
18 Kasım 1920’de yapılan ateşkes antlaşmasından sonra, 2 Aralık 1920’de imzalanan ve TBMM’nin taraf olduğu ilk uluslararası anlaşma olan Gümrü Antlaşması ile doğu cephesinde barış sağlandı.
Batı cephesinde ise 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ederek Ege içlerine doğru yayılmaya başlayan Yunan Birlikleri I. ve II. İnönü Savaşları’nda (Ocak-Nisan 1921) durdurulduktan sonra, Sakarya Savaşı’nda (Ağustos-Eylül 1921) ağır bir yenilgiye uğratıldı. Sakarya zaferi önemli diplomatik başarılar sağladı. 
Türkiye ve Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması (Ekim 1921) ile Fransızlar, Adana ve çevresindeki topraklardan çekildiler. Böylece bir cephe daha tasfiye edildi. 
Bundan sonra ülkenin tüm güç ve kaynakları, Batı cephesinde yapılacak büyük bir saldırı için harekete geçirildi. 
Ağustos-Eylül 1922’de Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda Yunan güçleri bozguna uğratıldı. 
9 Eylül’de İzmir kurtarıldı. Bu askeri başarı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sürecini daha da hızlandırdı. 
İtilaf Devletleri ile Ankara Hükümeti arasında 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalandı ve kalıcı bir barış anlaşmasının koşullarını görüşmek üzere bir ay sonra Lozan’da bir konferans düzenlenmesi kararlaştırıldı. 
Fakat İtilaf Devletleri’nin bu konferansa İstanbul Hükümeti’ni de çağırmaları üzerine TBMM, 1 Kasım 1922’de halifeliğin saltanattan ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını açıkladı. 
Son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed de (Vahideddin) 17 Kasım 1922’de bir İngiliz gemisiyle gizlice İstanbul’u terk etti.
Ankara Hükümeti’nin tek temsilci olarak katıldığı Lozan barış görüşmeleri 21 Kasım 1922’de başladı. 
Türk heyetine Dışişleri Bakanı İsmet İnönü’nün başkanlık ettiği görüşmeler özellikle kapitülasyonların geleceği konusundaki anlaşmazlık nedeniyle Şubat 1923’te kesintiye uğradı. 
Nisan 1923’te yeniden başlayan görüşmeler, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlandı. 
Bu antlaşma ile Türkiye, tam bağımsızlığını ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın temel hedefi olan Misak-ı Milli sınırlarını güvence altına aldı.

Arkadaşlarınızla Paylaşın:
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.